*cocuklugumdan hatirliyorum, melodisi kulagimda hala, cive cive cive pakistaaaan...
Hersey mermer ile basladi.
Santiyede mermere ihtiyacimiz vardi, ancak Afganistan’da her yer dag tas olmasina ve mermer de bol miktarda bulunmasina ragmen istedigimiz kalitede ve standartta yoktu. Bu yuzden en uygun secenek komsumuz Pakistan’di.
Baglantimiz Pesaverdeydi. Kabil-Pesaver arasi her ne kadar karayolu ile 8 saat civari olsa, ve soylenenlere gore muthis manzarali daglik yollardan meshur Hayber Gecidi’nden gecerek Pakistan’a girse de guvenlik nedeni ile bu yolu secmek istemiyorduk. Bahar aylari ile birlikte Taliban hareketliligi artmis ve Pakistan sinirindan sizma ve catisma haberleri gelmeye baslamisti. Bunun alternatifi olarak Pakistan Havayollari’nin Islamabad ucagi ile ulkeye girip, tam ters yonde arac ile Kabil yolunda yer alan Pesaver’e gitmeyi tercih ettik. Her ne kadar Pakistan’i ve diger sehirlerini gormek icin oldukca hevesli olsam da, santiye’de bekleyen islerin yogunlugu programimizi mumkun oldugunca kisa tutmamiza neden oldu, tabii bunlari dusunurken ve bavulumu hazirlarken basima gelecekler hakkinda en ufak bir fikre bile sahip degildim.
Ucakta kalkistan once toplu halde dua ettiren ve amin dedirten hostes ablamizin her zamanki anonslari arasinda bir 38 derece lafi duydugumda yanlis anladigima gercekten inanmistim, taa ki ucagin kapisi Islamabad’da acilip Mayis ayi ortasinda olmamiza ragmen inanilmaz sicak ve nemli bir hava suratima carpana kadar. Insan denen varligin burnundan, yanaklarindan ve kulaginin arkasindan bile terleyebildigini hatirlamis olduk.
Yerel kiyafetleri olan salvar ve mintanlari ile heryerde olan insan kalabaligi arasindan gumruk ve vize kontrollerinden gectik, bizi almaya gelecegi konusunda sozlestigimiz ve daha once hic karsilasmadigimiz Tanver’i gormek umuduyla gozlerimiz kalabaligi tarayarak yavas yavas disari dogru hareket ettik. Fakat havaalani disindaki insan denizine ulastigimizda ne adimizi tasiyan bir tabela gormustuk, ne de taksi taksi diye pesimizde dolananlardan baska birisi ile konusmustuk. Buldugumuz bir telefoncudan adami arayip, trafige takildigini ve yolda oldugunu ogrendik. Yarim saat kadar bekledikten sonra bulusabildik ve Pesaver’e yola koyulduk, 5 dakika sonra ise yol kenarina cekmis kaldirim kenarinda oturuyorduk. Benzinimiz bitmisti. Harika bir Pakistan baslangici olmustu. Biz bu adamlara yuzlerce metrekare mermer siparis edecektik.
Sadece 2 saat surecegini soyluyorlardi yolun, tabelalarda da 175 km yaziyordu, yani asagi yukari hakli olmaliydilar, ama gelin gorun ki yol yaklasik 5 saat surdu. Nasil oldugunu sormayin bilmiyorum, makul ve mantikli bir hizda, bilgisayar oyunlarindaki gibi bir sagdan bir soldan yaya ve agir araclar arasindan slalom yaparak ilerliyorduk ama yol bir turlu bitmiyordu. Zaten trafik soldan akiyordu, her ne kadar Afganistan’daki araclarin da yarisi sagdan yarisi soldan direksiyonlu olsa da, soldan akan trafik bizim icin yolcu koltugundan bakarken oldukca rahatsiz ediciydi.
Yol bu kadar uzun surunce haliyle aciktik ve Pakistan yemekleri ile ilgili ilk deneyimimiz “Usmania” adindaki yerel restoran zincirinde oldu. Turk oldugumuzu ogrenen garsonlarin ve musterilerin sicak ilgileri altinda zencefilli tavuk ve turlu baharatli yiyecekler yedik. Tum bu gezimizin ana fikri asagi yukari olusmaya baslamisti; Pakistanli kardeslerimiz yemeklere avuc avuc baharat atmaya bayiliyorlar, herhangi bir yerde benzerini gorebileceginizi zannetmedigim kadar tehlikeli ve kotu araba kullaniyorlar ve ne yazik ki mikrop ve bakterileri barindiran nanokozmoz aleminden ve temizlikten bihaberler.
Bu ana fikirlere daha sonra ki gozlemlerim isiginda kendi dilleri olan Urdu’nun icine yuzlerce Ingilizce kelime sokmus olduklarini ve bunu gayet dogal kullandiklarini da ekleyecektim. Butun rakamlari ilginc bi sekilde kendi aralarinda bile Ingilizce kullaniyorlar, iki cumlede bir mutlaka birkac Ingilizce kelime geciyor ve yollarda sadece Urdu dilindeki tabelalardan cok sadece Ingilizce yazilmis tabelalar var. Eh, tabi bunun sebebinin onlarca yillik Ingiliz somurgesi oldugunu soylememe gerek yok sanirim, ama bizim bir tanecik yabanci kelime icin bile gosterdigimiz hassasiyeti dusununce, dili korumaya calismanin hic de bos bir caba olmadigini cok daha iyi anliyorum. Ote yandan, Urdu dilinde Turkce’de de kullandigimiz, cay saati, siddet, dusman, sihhat, taakat gibi bir cok kelimenin, muhtemelen ortak Farsca kokenlerden dolayi aynen kullanildigini farketmek de ilginc oldu. Eh, cay saati diyebiliyorsam o ulkede yasayabilirim demektir herhalde.
Pesaverdeki otelimizde gecirdigimiz ilk gecenin sonunda Oguz Abi’nin de benim de klimadan kaynakli ust solunum yollari enfeksiyonlarimiz harekete gecmisti. Kahvalti olarak verilen nohut yemegi ve icinde omurgasizlar familyasindan cok bacakli vatandaslarin gezindigi uzerine yumurta kirilmis baharat yiginindan kosarak uzaklasip Pesaver’in en kral oteline gitmek istedik, ev sahiplerimiz de bizi kirmadilar tabii, ne de olsa faturayi biz oduyorduk.
Boylece oldukca pahali bir otele gittik, fakat resepsiyondaki arkadas faturayi odeyemeyecegimizden suphelenmis olacak ki butun ucreti pesin istedi, kizip bozuldugumuzu belli ederek dolarlari onune koyunca, aksam odamiza alevli meyve sepetinden tutun da , turlu abur cubur’a kadar gondererek kendini affettirmek istedi. Fakat biz iskembeleri coktan gayet ustalikla yapildigi belli olan acik bufe Pakistan yemekleri ile doldurmus vaziyetteydik. Lezzetli olmalarina ragmen burada bile baharatlar yemegin kutlece yarisini olusturuyordu.
Ertesi gun islerimizi halledip, sozlesmemizi imzaladiktan sonra, Kabil’de beraber calistigimiz lokal gumrukleme firmasinin adamlarindan olan Saud bizi sehirde gezdirmeyi teklif etti, muhabbet arasinda arkadasinin hali toptancisi oldugunu ogrenince solugu onun yaninda aldik. Kabil’de defalarca o meshur Afgan halilarina bakmis ancak bize soylenen turist isi super yuksek fiyatlardan kacmistim, simdi oldukca makul fiyatlarla karsimda nefis el isi Afgan halilarini gorunce 4-5 parca hali aldim. Turkiye’ye yuklu fazla bagaj ucretleri bayilmadan nasil gonderecegim hakkinda henuz bir fikrim yok, zamanla gorecegiz, ama fiyatlarini dusununce acaba Turkiye’de hali ticareti isine mi girsem diye dusunmekteyim. Bazi arkadaslarin bildigi pembe filli anekdotumuz hikayemizin burasinda gerceklesti.
Ertesi gun Ingilizce bilen bir taksi soforu ile pazarlik yapip sehri gormeye ciktik. Iki mimar olarak ikimizin kafasinda da Faysal Camii’ni gormek vardi. Bu yapi icin acilan mimari tasarim yarismasini kazanan bir Turk mimardi; Vedat Dalokay, ve kazanan tasarim, aslen su anda Kocatepe, Ankara‘da bulunan Osmanli taklidi camii’nin yerine dusunulmus tasarimdi. Vedat Dalokay, vaktiyle Ankara valiligi yapmis, ve Kocatepe’de cami icin ayrilan yere bu mukemmel tasarimini sunmustu. Proje ilk once kabul edilmis ve temelleri bile dokulmustu, fakat daha sonra turlu siyasi sebepler ve entrikalar sonucu temeller dinamit koyularak patlatilmis ve yerine su anki yapi insa edilmisti. Bunun uzerine Vedat Bey, tasarimini Islamabad icin dusunulen anitsal camii yarismasina sokmus ve kazanmisti. Dini bir yapi olmanin otesinde ciddi bir sosyal merkez karakteri tasiyan bu anitsal yapiyi Pakistan halki resmen milli sembolleri olarak secmis ve benimsemisti. Iki Turk mimari olarak bu denli basarili bir modern mimari ornegini kaptirmanin huznu ile beyaz mermerli avlular, inanilmaz isik zenginligindeki mekanlar arasinda uzun sure dolastik. 1986 yilinda tamamlanan bu bina resmen tarihi eser muamelesi goruyordu.
Faysal Camii’nden sonra yakinlardaki Margalla Tepeleri Milli Parkina girip, tepelerin uzerinde guzel bir park ve restorandan olusan Daman-e Koh adindaki seyir teraslarina ciktik. Bu teraslardan tum Islamabad ve yakinindaki Rawal golu gorulebiliyor. Sehir aslinda iki parcadan olusuyor; Islamabad ve Rawalpindi. Islamabad kisminda parlemento binasi, basbakanlik ve bazi bakanliklar, danistay, yargitay gibi yuksek devlet daireleri Ataturk Bulvari cevresinde toplanmis, yakinlarinda sehrin elit alisveris ve elektronik merkezi “Blue Area” var. Rawalpindi denilen kisimda ise havaalani ve bizim kaldigimiz otelin yani sira Saddar denilen carsi bolgesi ve sehrin geri kalani var. Iki kismi bizim gibi turistler icin birbirinden ayirmak mumkun degil, iciceler. Burada biraz soluklanip mangolu dondurmamizi yedikten sonra bir kac carsi ve muze gezdik ve sicaktan tukenmis bir sekilde otelimize donduk. Ertesi gun ucusumuz vardi ve santiyede bizi bekleyen isler kafalarimizi mesgul ediyordu.
Ucus gunumuzde dis hatlar terminalinde bizimle beraber Islamabad’dan Kabil’e giden ucagi bekleyen yabancilarla birlikte televizyonda Kabil ile ilgili haberleri gorduk. Ortalik fena halde karsimisti. Hatta goruntulerden birinde benim calistigim malum mekan onunde Afganlar arac, nobetci kulubesi vs. devirmis bir guzel de atese vermislerdi. Telefon gorusmelerimizden santiye ekibimizin saglam oldugunu, bina iclerinde saklandiklarini ve disardan silah sesleri geldigini ogrendik. Yani ucagimiz bizi tam senligin ortasina goturecekti. Havalandiktan 40 dakika kadar sonra pilotumuz belirsiz bir sebepten Islamabad havaalanina geri donecegimizi soylediginde aklimiza ilk gelen sey dogru cikti ve ucak geri donup parkettikten sonra pilot yaptigi aciklamada guvenlik sebebi ile Kabil havaalaninin suresiz olarak kapatildigini duyurdu.
devam edecek...



1 Comments:
macera kimi zaman belanin bir diger adi olabiyor. ama keremse o macerayi yasayan tatlı belaya donusuyor... e pahali elbise herkeste guzel durmaz...
Yorum Gönder
<< Home