Aracımızın tekerlekleri sehrin tek asfalt yolunu geride birakalı cok oldu. Sehirde hic bir altyapı olmadigi icin iki yanına yer yer sehrin yegane su kaynagi olan BM in yaptıgı su tulumbaları ile kesilen pis su kanalları acilmis toprak yollardan sehir disina ilerliyoruz. Boylesine fakir bir ulke icin ne kadar da cok araba var. Arabaların hemen hepsi tıpkı suruculerinin yuz ifadeleri gibi umutsuz, sagdan soldan carpilmis kaportalar asla duzeltilmiyor, dikkatli bakarsanız bir kac arabada kursun delikleri bile gorebilirsiniz. Trafik tam bir kaos, hic bir yerde trafik isigi yok, Amerikan elciligine giden yollarda ve hava alanı yolunda kosebaslarinda ellerinde kirmizi dur tabelalari tutan Afgan polisler gormek mumkun, herkes yolda birbirinin onune atliyor. Trafikteki araclarin yuzde sekseni toyota corolla, su eski kasalardan, yuzde besi artik sehrin nufusunda onemli bir yer isgal eden yabanci uyruklularin kullandigi kocaman her haliyle size "ben tuketiyorum" diyen 4x4ler. Kalanlar ise yine toyota, ilk defa burda gordugum motorunu sasinin ortasinda tasiyan 2 sira yolcu koltuklu ne minibuse ne bir otomobile benzeyen "town ace" ler.
4000 cc lik ve 100 kilometrede 15 litrenin uzerinde benzin yakan Land Cruiser Prado'muzun icinden disariyi seyrediyoruz. Disarda hayat devam ediyor, disarda kucuk bir cocuk okula gitmenin sevincini yasiyor, bir digeri copten buldugu bir plastik parcasi ile kendine bir oyun dunyasi kurmus, kosede bir kac ihtiyar oturmus savaslarda kaybettiklerinden bahsediyorlar belki de, belki de arkadaslari gibi olemedikleri icin uzuluyorlar, kadinlar geciyor yol kenarindan ara sira, kimisi hala mavi burkalarin kucuk deliklerinden bakiyor dunyaya, kimisi ise onlari coktan rengarenk ortuler ile degistirmis. Biz seyrediyoruz. Ben hayal kuruyorum. Onlar kendi hayatlarını yasiyor.
Yolun bittigi yerde, daracik kivrimli sokaklar ve kerpic evlerin arasinda birakiyoruz araci. Daha ilerisine araba giremiyor. İndigimiz anda sicakla birlikte kesif kokular doluyor burnumuza, ne celiski, guzel kokmasini umdugumuz cicekler almaya gidiyoruz, peyzaj icin, bildiginiz gul, zakkum, hatta menekse. Bizi goturen afganli bir kac dar sokaktan donup yesil bir ahsap kapinin onunde duruyor ve kapiyi yumrukluyor. Kadinlara saklanmalari icin biraz zaman verip iceri giriyoruz, ve bu adamın kendisi icin kurdugu dunya ile karsilasiyoruz, naylon ortulu seralarda cesit cesit rengarenk cicekler. Kucuk bir kiz bir tepsinin icinde bize limonata getiriyor, birbirimize bakiyoruz ve yalandan dokunuyor zirvalari ile boynu bukuk gonderiyoruz kizi, ama icim buruk, ceplerimi yokluyorum bir kalem ve ya bir parca ilginc birsey bulmak icin kendi batili ve zengin dunyamdan O'na bir hazine vermek istiyorum. Ne yazik! Hic bir seyim yok yanımda. Sundan 50 tane bundan 100 tane alip siki bir pazarlik yapiyoruz. Giderken kus sesleri duyuyorum, avlunun ortasindaki kerpic evin en on odasindan, korkarak bakiyorum perdenin esintiyle oynayan kenarindan iceri. Soruyorum, iceri girmek istiyorum, bana eslik ediyor. Menteseleri kirik, camının oldugu yere karton konulmus ahsap bir kapidan bembeyaz kirec badanali bir dunyaya giriyoruz. Burada disardaki savas, yoksulluk, aclik yok. Tavandaki rengarenk kumasin alacali kirmizilari onlarca kanarya ve bulbulun sesleriyle dansediyor, adamin yuzunde ince bir tebessum, kucuk cennetini bizimle paylasiyor.
Kucuk seylerden mutlu olmasini bilememek cok buyuk bir kayip. İsteseniz de istemeseniz de hayatiniz akip gidiyor, ve eger mutlu olmak icin daha fazlasina "sahip olmaya" ihtiyaciniz olduguna inaniyorsaniz tekrar dusunmelisiniz. Sahip olabileceginiz en buyuk sey hayatiniz, alacaginiz bir sonraki nefes, masmavi gokyuzu, ciplak ayakla cimenlerde dolasmak, cam kokulari icinde huzurlu bir uyku, kucuk bir cocugun gozlerinde goreceginiz tebessum, yagmurlu bir havada islanmaktan korkmadan yurumek, annenizin kokusu, sevdiginizin elleri.
Bunlari iskalamiyorsunuz degil mi?
4000 cc lik ve 100 kilometrede 15 litrenin uzerinde benzin yakan Land Cruiser Prado'muzun icinden disariyi seyrediyoruz. Disarda hayat devam ediyor, disarda kucuk bir cocuk okula gitmenin sevincini yasiyor, bir digeri copten buldugu bir plastik parcasi ile kendine bir oyun dunyasi kurmus, kosede bir kac ihtiyar oturmus savaslarda kaybettiklerinden bahsediyorlar belki de, belki de arkadaslari gibi olemedikleri icin uzuluyorlar, kadinlar geciyor yol kenarindan ara sira, kimisi hala mavi burkalarin kucuk deliklerinden bakiyor dunyaya, kimisi ise onlari coktan rengarenk ortuler ile degistirmis. Biz seyrediyoruz. Ben hayal kuruyorum. Onlar kendi hayatlarını yasiyor.
Yolun bittigi yerde, daracik kivrimli sokaklar ve kerpic evlerin arasinda birakiyoruz araci. Daha ilerisine araba giremiyor. İndigimiz anda sicakla birlikte kesif kokular doluyor burnumuza, ne celiski, guzel kokmasini umdugumuz cicekler almaya gidiyoruz, peyzaj icin, bildiginiz gul, zakkum, hatta menekse. Bizi goturen afganli bir kac dar sokaktan donup yesil bir ahsap kapinin onunde duruyor ve kapiyi yumrukluyor. Kadinlara saklanmalari icin biraz zaman verip iceri giriyoruz, ve bu adamın kendisi icin kurdugu dunya ile karsilasiyoruz, naylon ortulu seralarda cesit cesit rengarenk cicekler. Kucuk bir kiz bir tepsinin icinde bize limonata getiriyor, birbirimize bakiyoruz ve yalandan dokunuyor zirvalari ile boynu bukuk gonderiyoruz kizi, ama icim buruk, ceplerimi yokluyorum bir kalem ve ya bir parca ilginc birsey bulmak icin kendi batili ve zengin dunyamdan O'na bir hazine vermek istiyorum. Ne yazik! Hic bir seyim yok yanımda. Sundan 50 tane bundan 100 tane alip siki bir pazarlik yapiyoruz. Giderken kus sesleri duyuyorum, avlunun ortasindaki kerpic evin en on odasindan, korkarak bakiyorum perdenin esintiyle oynayan kenarindan iceri. Soruyorum, iceri girmek istiyorum, bana eslik ediyor. Menteseleri kirik, camının oldugu yere karton konulmus ahsap bir kapidan bembeyaz kirec badanali bir dunyaya giriyoruz. Burada disardaki savas, yoksulluk, aclik yok. Tavandaki rengarenk kumasin alacali kirmizilari onlarca kanarya ve bulbulun sesleriyle dansediyor, adamin yuzunde ince bir tebessum, kucuk cennetini bizimle paylasiyor.
Kucuk seylerden mutlu olmasini bilememek cok buyuk bir kayip. İsteseniz de istemeseniz de hayatiniz akip gidiyor, ve eger mutlu olmak icin daha fazlasina "sahip olmaya" ihtiyaciniz olduguna inaniyorsaniz tekrar dusunmelisiniz. Sahip olabileceginiz en buyuk sey hayatiniz, alacaginiz bir sonraki nefes, masmavi gokyuzu, ciplak ayakla cimenlerde dolasmak, cam kokulari icinde huzurlu bir uyku, kucuk bir cocugun gozlerinde goreceginiz tebessum, yagmurlu bir havada islanmaktan korkmadan yurumek, annenizin kokusu, sevdiginizin elleri.
Bunlari iskalamiyorsunuz degil mi?

0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home