29.12.05

Mücahid'den Dağ Rehberine

Buraların dağlık bir mekan olduğu malum, ornegin Kabil bile 1800 metrede kurulmus bir sehir, buna rağmen geldigimden beri hic yokus yukari ve ya asagi bir yolla karsilasmadim. Dümdüz bir yüksek çöl aslında burası. Lakin kafanizi kaldirip baktiginizda şehrin çevresinde her yer dağ! Aladağlar, Dipsiz Göl gibi her yönde ufuk cizgisi oldukca yukarda. Eh, Kabil'in bu düzlüğünün rakımının 1800 olduğunu düşünürseniz etrafta 1 saatlik araba mesafesinde en az 30 tane 3000lik olmasi muhtemel.

1980 sonlarında Sovyetler bolgeden cekilene kadar, Holywood kaynaklı bir çok filmde ( hatırlayabildiklerim Rambo3, bi de icinde bir Sovyet tankının maceraları! olan ismini hatirlayamadigim bir film vardı) mücahidler ve dağları içeren yüzlerce sahne var. Bin Ladin'in ve Taliban'ın Pakistan sınırındaki Tora Bora dağlarında kat kat oyulmus mağaralar, sarnıçlar ve havalandırma kanallarından oluşan dinlenme tesisleri de medyatik bir diğer mekan. Son olarak 90'larin sonlarinda Amerikanyalı çıtır tırmanıcı Beth Rodden ve saz arkadaşlarının buralara tırmanmaya gelip de Taliban tarafında kaçırılışı, akabinde malum kozmetik tırmanış dergisi "Climbing" tarafından hakkında epik bir kaçış öyküsü yazılan kurtuluşları da dağcılık ile iştigal eden bünyelere yabancı gelmeyecektir.

Internette aradığınızda özelllikle Amerikan üsleri yakınlarında tırmanılmış bölgeler açılmış boltlu rotalar bile bulabiliyorsunuz, tıpkı vaktiyle Amerikalıların İncirlikten gelip Anavarzayı boltlamasi gibi. Gözü kara ekipler gelip sağda solda fantastik duvarlar çıkabilir.

Lakin şu bir gerçek ki halen Kabil merkezi dışında dağlarda cümle milis fraksiyon varlığı söz konusu. Bir diğer konu ise mayın, dünya genelindeki mayınların önemli bir yüzdesi Afganistan'da, ve kimse nerede ne olduğunu bilmiyor, herhangi bir dağ köyünde evinden/tarlasından fazlaca uzaklaşan bir köylünün mayına basıp kolunu, bacağını, ve hatta hayatını kaybetmesi nadir görülen bir olay değil.

İşte bu ortamda, linkten de okuyabileceğiniz gibi, Italyan bir ekip gelip ülkenin doğusunda, Hindu-Kush'un uzantısı olan ve kimseciklerin yaşamadığı bir mekanda Nowshak adındaki 7500 metrelik bir zirveye tırmanış gerçekleştirdi.

Bu haber aslında ISAF (İnternational Security Assistance Force) komutasının Türkler'den İtalyanlar'a geçtiği bir döneme ait. Afghanistan gibi yüksek risk nedeniyle şişirilmiş kar marjlı zengin ihale ve iş fırsatları barındıran bir ülkede ISAF komutası gibi bir konum aslında sömürülmeye çok müsait. Italyanlar'da, Türklerin aksine bunu kullanacağa benziyor. En azından pozitif reklamlarını dolaylı kanallardan yapmaya başladılar bile.

Resim: Bizim şantiyeden şehrin hemen dışındaki 4700 metrelik ismini tam öğrenemediğim bir silsile. Bunlardan o kadar çok var ki ismi bile yok, sorduğum Afganlar "Tepe" diyorlar.

21.12.05

Günce?

Günlük tutarken hep bir baskasinin okuyacagini dusunerek yazar mi bir insan evladi yahu? İlkgençlik yillarimdan beri hasbel kader bir kenara bir kaç satir karalamisligimiz var, lakin yazi yazarken hep birisi o defteri bulup okuyacakmis gibi bir hissiyata kapilirdim. E simdi bu blog denen olayda yazdigin yaziyi direk baskalari gorsun diye yaziyosun, bir cesit gunluk teshiri yani, tabi burayi gunluk gibi kullanmayi dusunuyorsan. Ha yok "aga ben ara sira gelip kurtlarimi dokmek istiyorum" diyosan buyur yaz, ama bak milletin isi gucu yok milyonlarca blog, sayfa, ivir zivir, vs. arasindan gelip senin zirvalarini okuyacak.

Bu blog olayi aslinda bir sekilde superego'ya hizmet ediyormus gibi hissediyorum lan. Cevremizde o kadar cok iletisim imkani var ki ne yapsak, ne etsek kendimizi yeterince "iletisemiyormus" gibi hissediyoruz. Ondan sonra boyle olaylara giriyoruz.

E bi de tabi, benim burda dunyanin bir ucunda inziva modunda, esden dosttan, iki laf cevirip dunyayi kurtaracak bir sohbetten yoksun olmamdan kaynaklanan bir durtu var de mi? Mecburen msn'idir blog'udur, verdikce veriyoruz kendimizi sanal aleme.

Hadi hayirlisi...

19.12.05

Kayip...

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=171513

Cenk abimizi kaybettik. O da benim gibi is pesinden dunyanin bir ucuna suruklenmisti.

Olum size sandiginizdan yakin. Hic olmeyecekmis gibi yasasanizda, hayatiniz dokunulmaz bir peri masali gibi gecse de, olum kapinin arkasinda bekliyor. Sevdiginiz insani camurlu bir mezarlikta soguk bir kis gununde, ciplak vucuduna sarili iki metre beyaz bezle birlikte yerin altina koyup uzerine toprak atma dusuncesi insana ne kadar agir geliyor.

Su mavi gokyuzunun altinda yasadigimiz kisacik bir hikaye, eger olumu bir sureligine de olsa unutmayi beceremeseydik, asla yasayamazdik...

18.12.05

Aracımızın tekerlekleri sehrin tek asfalt yolunu geride birakalı cok oldu. Sehirde hic bir altyapı olmadigi icin iki yanına yer yer sehrin yegane su kaynagi olan BM in yaptıgı su tulumbaları ile kesilen pis su kanalları acilmis toprak yollardan sehir disina ilerliyoruz. Boylesine fakir bir ulke icin ne kadar da cok araba var. Arabaların hemen hepsi tıpkı suruculerinin yuz ifadeleri gibi umutsuz, sagdan soldan carpilmis kaportalar asla duzeltilmiyor, dikkatli bakarsanız bir kac arabada kursun delikleri bile gorebilirsiniz. Trafik tam bir kaos, hic bir yerde trafik isigi yok, Amerikan elciligine giden yollarda ve hava alanı yolunda kosebaslarinda ellerinde kirmizi dur tabelalari tutan Afgan polisler gormek mumkun, herkes yolda birbirinin onune atliyor. Trafikteki araclarin yuzde sekseni toyota corolla, su eski kasalardan, yuzde besi artik sehrin nufusunda onemli bir yer isgal eden yabanci uyruklularin kullandigi kocaman her haliyle size "ben tuketiyorum" diyen 4x4ler. Kalanlar ise yine toyota, ilk defa burda gordugum motorunu sasinin ortasinda tasiyan 2 sira yolcu koltuklu ne minibuse ne bir otomobile benzeyen "town ace" ler.

4000 cc lik ve 100 kilometrede 15 litrenin uzerinde benzin yakan Land Cruiser Prado'muzun icinden disariyi seyrediyoruz. Disarda hayat devam ediyor, disarda kucuk bir cocuk okula gitmenin sevincini yasiyor, bir digeri copten buldugu bir plastik parcasi ile kendine bir oyun dunyasi kurmus, kosede bir kac ihtiyar oturmus savaslarda kaybettiklerinden bahsediyorlar belki de, belki de arkadaslari gibi olemedikleri icin uzuluyorlar, kadinlar geciyor yol kenarindan ara sira, kimisi hala mavi burkalarin kucuk deliklerinden bakiyor dunyaya, kimisi ise onlari coktan rengarenk ortuler ile degistirmis. Biz seyrediyoruz. Ben hayal kuruyorum. Onlar kendi hayatlarını yasiyor.

Yolun bittigi yerde, daracik kivrimli sokaklar ve kerpic evlerin arasinda birakiyoruz araci. Daha ilerisine araba giremiyor. İndigimiz anda sicakla birlikte kesif kokular doluyor burnumuza, ne celiski, guzel kokmasini umdugumuz cicekler almaya gidiyoruz, peyzaj icin, bildiginiz gul, zakkum, hatta menekse. Bizi goturen afganli bir kac dar sokaktan donup yesil bir ahsap kapinin onunde duruyor ve kapiyi yumrukluyor. Kadinlara saklanmalari icin biraz zaman verip iceri giriyoruz, ve bu adamın kendisi icin kurdugu dunya ile karsilasiyoruz, naylon ortulu seralarda cesit cesit rengarenk cicekler. Kucuk bir kiz bir tepsinin icinde bize limonata getiriyor, birbirimize bakiyoruz ve yalandan dokunuyor zirvalari ile boynu bukuk gonderiyoruz kizi, ama icim buruk, ceplerimi yokluyorum bir kalem ve ya bir parca ilginc birsey bulmak icin kendi batili ve zengin dunyamdan O'na bir hazine vermek istiyorum. Ne yazik! Hic bir seyim yok yanımda. Sundan 50 tane bundan 100 tane alip siki bir pazarlik yapiyoruz. Giderken kus sesleri duyuyorum, avlunun ortasindaki kerpic evin en on odasindan, korkarak bakiyorum perdenin esintiyle oynayan kenarindan iceri. Soruyorum, iceri girmek istiyorum, bana eslik ediyor. Menteseleri kirik, camının oldugu yere karton konulmus ahsap bir kapidan bembeyaz kirec badanali bir dunyaya giriyoruz. Burada disardaki savas, yoksulluk, aclik yok. Tavandaki rengarenk kumasin alacali kirmizilari onlarca kanarya ve bulbulun sesleriyle dansediyor, adamin yuzunde ince bir tebessum, kucuk cennetini bizimle paylasiyor.

Kucuk seylerden mutlu olmasini bilememek cok buyuk bir kayip. İsteseniz de istemeseniz de hayatiniz akip gidiyor, ve eger mutlu olmak icin daha fazlasina "sahip olmaya" ihtiyaciniz olduguna inaniyorsaniz tekrar dusunmelisiniz. Sahip olabileceginiz en buyuk sey hayatiniz, alacaginiz bir sonraki nefes, masmavi gokyuzu, ciplak ayakla cimenlerde dolasmak, cam kokulari icinde huzurlu bir uyku, kucuk bir cocugun gozlerinde goreceginiz tebessum, yagmurlu bir havada islanmaktan korkmadan yurumek, annenizin kokusu, sevdiginizin elleri.

Bunlari iskalamiyorsunuz degil mi?
Afganistadayim. Kocaman daglarin arasina sikismis, yuzyillardir savasip durmus bi ulke, son 30 yildir yasadigi yikim korkunc, kisi basi milli gelir 200 dolar civarinda, ortalama omur 40 in altinda ve dogan her 4-5 bebekten biri 2 yasina ulasmadan oluyor. Insanlara bakinca ne dusuneceginizi bilemiyorsunuz, aci ve uzuntu arasi buruk duygular gelip oturuyor bogaziniza. Kucucuk bir cocugu elinde yirtik defteri patlak ayakkabilariyla okula giderken gorunce elinizde olmadan batili yasitlarini dusunuyorsunuz, sanciniz buyuyor. Sonra araciniz sizi her kapinin onunu bezgin Afgan askerlerinin bekledigi, kale gibi duvarlar, beton bloklar, dikenli teller, yuksek barikatlar, kum torbalarinin korudugu, butun camlari kirilinca dagilmasin diye bantlanmis ussunuze getiriyor. Duvarlar sizi mi icerde tutuyor yoksa Afganlari mi disarda bilemiyorsunuz. Arapsacina donmus trafikte yabancilarin oldugu hemen anlasilan kocaman ciplerine itimat edip yol ve selam veren gerekirse trafigi durduran Afgan trafik polisi, hic de icinde olmak istemediginiz o efendi-kole duzenegini burnunuzun dibine sokuyor.

Yoklugu gorunce insan ancak varligin degerini anlayabiliyor, daha da acisi sizin "hep var" kabul ettiginiz seylerin aslinda "hic yok" olmasi tokat gibi carpiyor yuzunuze. Kendilerini baskalarinin kan ve gozyasi uzerine kurulmus bir medeniyetin rahat kucaginda tatli ruyalara birakan insanlarin, dunyanin sadece bu kosesinde degil Afrika ve Güney Amerika ve diger fakir koselerdeki insanlari cahillik, tembellik ve hatta aptallikla suclamasindaki korkunc celiskiyi
goruyorsunuz. Dedeleriniz bu insanlardan daha "uyanik" oldugu icin, ve ya silah, savas ve somurge stratejilerini daha cabuk gelistirdigi icin, ya da bu insanlarin kulturunde onur icin savasarak olmek, kurnazca bir teslimiyetten daha degerli oldugu icin simdi siz orada konforlu evinizde bilgisayar basinda dunyanin her kosesini oturdugunuz yerden seyrediyorsunuz, buradaki ciplak ayakli yirtik giysili cocuk ise bir plastik coca cola sisesini sokagin kosesindeki tulumbadan camurlu su ile doldurmak icin gunesin altinda bekliyor.

Guvenlikle ilgili bir sikinti yok burada, en azindan Kabil'in merkezinde. Santiyede calismak farkli bir tatmin getiriyor insana, emeginizin baskalarinin emegi ile de birleserek iscilerin ellerinde sekilllenmesi ve vucuda gelmesinin hos birsey oldugunu dusunuyorum. Zaten 2001 yazindan beri yerlesemedim hicbir yere, varsin 1-2 sene daha inmesin su canta sirtimdan.

Gittik, gezdik, gorduk, geldik...

Kucuktum, ufaciktim. Nerden ciktiysa bir gunluk doldurma gazi gelmisti, tatile giderken cici defterimi de yanima aldim. Eh haliyle butun tatili denizde gecirince bi halt yazamadim, annemde Napolyon amcadan esinlenmis olsa gerek bana gaz verip aha yukardaki lafi yaz yeter evladim niye uzuluyon dediydi. Yazdim da. Herkes guldu bana ama. Kucuktum, bu kadarciktim.