13.7.06

Kitab-ı Alpin - Tamamı Türkçe Neşriyat

Bu kez "Devr-i Ağrı" 'dan önceki bir yazım var.


Sanırım bu birşeyler anlatmak için yazdığım ilk yazı idi. Üniversitemin dağcılık klubünde oldukca aktif günler geçiriyordum, eğitimler verip eğitimler alıyordum ve en güzeli de vaktimin önemli bir kısmını dağda geçiriyordum. E-posta listesinde başlayan bir soru/tartışma üzerine aşağıdakileri, 2 ayrı seferde yazmıştım.

Yazı eminim ki konuyla ilgisiz olan arkadaşlara biraz garip gelecektir.


Tüm olaylar, kişiler, bilgiler ve yerler gerçektir.


1. Kısım: Malzeme Külliyatı

Alpin alemlerin Piri merhum Alex Lowe Hazretleri'nin kardeşi, zamanın ünlü müderrislerinden nam-ı değer Alemdar Jeff Lowe talebelerinden, Mark Twight Efendi'den yapılan bir rivayete göre, merkezi Amerika kıtasının orta yerlerinde bir yerde bulunan malum firmanın mamulü goretex isimli atlas-i şahane, aslen pek ise yarar bir mucize olsa da rakipsiz değilmiş, netekim piyasa da bir dolu benzeri varmış. Lakin evirgen alpinistlerin bu hususta dikkat göstermesi gereken nokta ne kadar su geçirmez, o kadar az solur imiş. Mamafih amacımız teşkilat-i Ordos 'dan Cem Baytok Efendi'nin de dediği gibi, malum kılıkla duş almak değilmiş.

Yine Mark Twight Efendi'den yapılan bir diğer rivayet ise, alemdeki türlü atlas üreticilerinin tüketimi pompalamak ve de satışları arttırabilmek için çevirdikleri bir diğer numara, adı belli katmanlama, Frenkçe "layering", modeli giyinmek imiş. İddia sahibine göre, istasyonda üşüyecem diye soyunup altına birşeyler giyip üstüne geri giyinmek gayet alpin prensiplere aykırı imiş. Netekim alpin bir kişi an olur elli derece buzda koşar, an olur istasyonda iki saat titrermiş. E bu durumda zırt pırt durup giyinip soyunmak, ancak acem dansözlerine uyarmış. Malum şahsın bu konudaki önerisi ise kendini alpin adleden kişinin sabit bir "hareket kılığı" , Frenkçe "action suit", bellemesi, bu kılık içerisinde hem az kalınlıkla mümkün olan en üst dereceden hareket melekesine haiz olması, buna mutabık istasyonlarda ve ya üşüme durumlarında, yine ufak alpin çantasının diplerinde gizlediği Frenk petrol simyacılarının mucizesi sentetik dolgulu ceket ve de pantolu bir solukta üstüne geçirivermesi imiş. Bu cism-i konforlar her ne kadar ortamı saran elementlerden kötü yönde etkilense de, sentetik yapıları dolayısı ile sıcak tutma yeteneklerini kaybetmiyor, aksam ıslak bile olsa tulum içinde giyildiklerinde, sahiplerini sıcak tutma görevlerini yerine getiriyorlarmış. Üstelik fazladan yalıtım ile tulumun içine girdiğinizden, taşıdığınız tulum basit ve de hafif olsa da yetiyor imiş.

İş bu neşriyatın tamamı Mark Twight Efendi'nin Frenk yayıncısı ve tabiat cemiyeti "The Mountaineers" nezdinde bastırdığı "extreme alpinism" isimli eserde mevcuttur. Dileyenler bu eseri mühandishanemiz kitaplığından temin edilebilir. Binaenaleyh mühim olan alpinistin kendi hissi kablel vukusu ile hareket etmesidir. Netekim sadece okumakla adam olunduğu henüz görülmemiştir.

2. Kısım: Beslenme Külliyatı

Tedbiri kuldan takdiri Hak'tan, bundan sekiz-on sene evvel, hicri 1412 yılı Recep ayının yirmi sekizinde, Frenk alpinistlerinden bir şahıs, namı yedi cihanda duyulmuş makh-el-u (makalu), isimli tepeleri karla kaplı, yalçın kayalarla çevrili bir harika-ül tabiatın tepesine yalın olarak ulaşmış, ulaşmış ulaşmasına fakat garip olan bu deli-ur rahim'in çantasında yemek olarak taşıdığı, böyle ince uzun, yeşil kutusunun üstünde pala bıyıkları suratından tasan yuvarlak yüzlü bir Frenk beyefendisinin resmedildiği, Frenkçe ismi "pringles" olan bir çeşit patates çıtırdağı varmış. Yine Kazasker Chris Bonnington'dan aynen aktarılır ki devrin İngiliz alpinistlerinin en bayıldığı yemek "kendal" marka ufak ufak paketlenmiş keklermiş.

Efendim, önceki bahsimizde belirttiğimiz üzre alpin alemlerin Piri merhum Alex Lowe Hazretlerinin kardeşi, zamanın ünlü müderrislerinden nam-ı değer Alemdar Jeff Lowe talebelerinden, Mark Twight Efendi'den yapılan bir rivayete göre, bünye, zorlama esnasında alınan katı besinlerden faide görememekte, netekim aksine mideye hücum eden kan dolayısı ile güçten ta'akatten kesilmekte imiş. İlaveten dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise işkembedeki şeker yoğunluğunun yüzde sekizi geçmemesi imiş. Aksi halde hem sıvı emilimi sekteye uğrayacak, hem de mide yine kan hücumuna maruz kalacakmış. E malum alpinist kişinin her daim güçlü kuvvetli ve de uyanık olması gerektiği düşünülürse, böyle bir durumda, kendisini telef olmaktan kurtarmak için alması gereken saatte yaklaşık 200 kilokaloriyi, ki yine ayni şahıstan aktarıldığına göre bu miktar harcadığının ancak iki bölu beşidir, nasıl temin etmelidir?

Yine Frenk alpinistlerinden aynen aktarılır ki, gavurlar öyle bir madde geliştirmişler ve bunu öyle minnacık bir tüpe doldurmuşlar ki, alpin kişi bunlardan yanına yirmi tane alır, acıkınca birazını emip, üstüne bir iki damla su içti mi, gerek karbonhidrat olsun, gerek aminoasit zinciri olsun külli besin-ut tabiatı bir hamlede götürürmüş. Cümle vitamini, minerali, antioksidanı da cabası. Lakin memleketimiz alpinistlerin bahsi konu mucize-i fen'i bulması mümkün değildir, binaenaleyh bulsa bile, üzerinde şöyle güzel bir kaftanı bile yokken, sahip olduğu mevduatla bunlardan yirmi taneyi çantasına doldurması, apaçık divaneliktir.

İş bu konu hoş bir tartışma konusudur. Söz sahibinin bu konuda bir-iki fikri olsa da kendisi bu pazar gününü pazartesiye bağlayan gece, yatsı namazını müteakip Çukurova treni ile bu fikirlerini yerinde tatbike gitmektedir. Takdir-i Hak, tek parça geri gelirse bunları sizlerle paylaşmaktan memnun kalacaktır. Bu arada kendisi, medrese-i aritmetikte kulluk borcunu ifa eden Koray Oğlanın dediği üzre halen issizdir.


Kasım'00, Ankara

7.7.06

Devr-i Ağrı Tefrikası


2001 yazında ORDOS 'tan bir grup arkadaşım ile beraber yaptıgımız Ağrı tırmanışından sonra aşağıdaki yazıyı yazmıştım. Bu yazı ve bundan 5-6 ay önce yazdığım ve önümüzdeki hafta yayınlamayı düşündüğüm diğer bir yazımı üyesi olduğum haberleşme listelerine göndermiştim. İlk önce "1. Kısım" 'ı yazmış, gelen olumlu tepkilerin cesareti ile daha sonra "2. Kısım" 'ı kaleme almıştım.


Başkalarının okuyacağını düşünerek yazdığım ilk yazılar olduğu için zihnimde özel bir yerleri var ve zaman zaman dönüp tekrar okumaktan hoşlanıyorum. Umarım sizin de hoşunuza gider. Dağcılık/tırmanış konularına uzak arkadaşlar biraz yabancılık çekebilir.


Bu ikisinden sonra da sırada eğer bulabilirsem Türkiye'nin İlk Teknik Tırmanış Dergisi TAKOZ 'da yayınlanan bir kaç yazım var.


Tüm isim ve olaylar gerçektir.


1. Kısım

Rivayet 13 Zilcacce 1642, bir grup derviş, adına Ağrı derler, başı dumanlı bir mefhum dağı bi tarafından girip öbür tarafından aşmış. İş bu onun hikayesidir.

Ankara garı hareket memurlarından, vaktiyle efkavda memuriyet yapıp dirsek çürütmüş, fakat hayırsız evladı yüzünden gün görmemiş Hayri Efendi oğlu Murtaza Bayazit'tan aynen nakledilir ki, eşyaları dağlar kadar çok, sinir kaçakçıları gibi çuval çuval mal taşıyan bu derviş-i alem grubu, içlerinden adına Kerem derler bir deli oğlan yüzünden az kaldı trene binemeyip, bu devr-i arz turlarını az kaldı şehirde noktalıyormuş. Bu fukara, ekmek parası derdine düşmüş, tren saatine 1 saat kalaya kadar çalışmakta imiş, trene zar zor, babası Mehmet Efendi sayesinde yetişmiş. Yetişmiş yetişmesine ama bir diğer şaşkın oğlan, namı Teres Murat, sallana sallana gelirken tren denen canavar-i zaman’ın ancak uzak çuf çuflarını duyabilmiş. Kendisi şaşkın, biçare orada uğurlama vazifesi ifa eden teşkilat-i Ordos mensuplarınca avutulup otobüsle önden yollanmış.

Sark ekspresi yemek arabası görevlilerinden Halit beyden aynen aktarılır ki, bu şaşkınlar, 27 saatlik tren yolculuğu boyunca kah uyumuş, kah gurultu etmiş, bol bol çorba tüketmiş, arada bir de etraftakilerin şaşkın bakışları arasında zar atıp barbut benzeri, lakin zarları rengarenk seker gibi olan bir oyun icra etmiş. Bu gurultucu grup durup durup yanında getirdiği börektir, kektir, pastadır çıkarıp yemekteymiş. Yine böyle bir anda şef garson Mahmut'tan rivayet, bi tanesi cebinden bir tepsi cevizli baklava çıkarmış, adına Nevzat Pasa derler bir zat-i muhteremdendir diye açıklama yapmış, oracıkta yumulmuş keratalar. Sonra da bi gırgır, bi şamata kendilerini Kars'ta buluvermişler.

Efendim, sark ekspresinin 100 yıllık bu nihayet noktasında, bu deli takımı bir nizam intizam içinde trenden hem kendilerini hem de çuvallarını dışarı atıvermiş. Oracıkta beklemekte olan, meşhur beygir partisi azaları ile bir iki şehir önde geleni karşılamış kendilerini. Alıp bu herifleri ve namahremleri bir kutu odacığa yerleştirmişler. Bu dört duvar mekanda, yorgunluk ve hazırlanma telası arasında, Teres Murat’ın koridorlarda donla dolaşması vakası dışında pek mühim bi olay yaşanmamış.

Sarıkamış eşrafından şoförler kıraathanesi müdavimlerinden Mevlüt Efendi, iste burada giriyor tefrikamıza. Bu adamcağız, deliler alayını toplayıp adına Iğdir derler, Ağrı dağı kıyısında şirin bir vilayetimize götürmüş, güzel güzel karınlarını doyurmuş, bir otele eşyalarını bırakıvermiş ve alıp goturup dağın bi kıyısına atıvermiş.

Esas macera burada başlıyor, lakin olayın bundan sonraki 5 günlük bölümünü kendilerinden başka ne duyan var ne gören.

Mamafih, Mevlüt Efendi kıraathanede bayram sabahı oturup, pişbirik oynar, çayını yudumlarken, telefonu uzaylı istilası senfonisi melodileri saçarak çalıvermiş. Arayan bizim takım, gel bizi Eli köyünden al diyorlarmış. Mevlüt Efendi buna ne kendini ne de kahvedekileri inandırabilmiş fakat yine da arabasına atlayıp bu garibanları almaya gitmiş.

Efendim tefrikamızın ilk bolumu bu heyecanlı yerde nihayete eriyor. Lakin aksi halde Kerem oğlan eve bu ay ekmek götüremeyecek.

Gelecek bölümde, "Namahrem-ül irtifa" mensupları Iğdır vilayet reisi Tamer'in eline ne verdi?

Tellak Resul Çavuş, nam-i değer Ayı Resul hamamda neler gördü?

Ermeni asker Malofyan komutanlarına sinirin Ani bölgesindeki hareketler için ne dedi?

Kars eşrafından Zavotlar ailesi mensubu Mehmet Usta, vilayetin yıllık bal, peynir tüketimi hakkında ne

açıklama yaptı?

Sark ekspresini dönüş yolculuğunda rakı stoklarına ne oldu?

Bekleyiniz efendim, sakin olunuz, klavyeyi kırmayınız.

2. Kısım

Buyurun efendim, siz istediniz, kulunuz yazdı. Lakin, bu tefrika yazmakla bitecek gibi değil.

Sarıkamış eşrafından şoförler kıraathanesi müdavimlerinden Mevlüt efendinin emektar otobüsü, Iğdır ovasında tıngır mıngır, geri döner iken, ıssızlığın ortasına bir başına bırakılmış kahramanlarımız, afedersiniz, derviş-ül garabetlerimiz, en kaliteli atlastan biçilmiş en güzel çuhalarını giyip (bkz. önceki neşriyat; alpin külliyat: malzeme), çuvallarını sırtlarına atıp, deyneklerini de ellerine almışlar, ağır aksak yola koyulmuşlar. Karıncaları imrendirecek tertip ve titizlikte tek sıra her adımda, bin bir hu ve zikirle ilerlerken, adına Java Hakan derler bir deli, elinde kısa boylu ve çekik gözlü Japon milletinin harika-i zaman icatlarından, ismine kamera derler bir oyuncağı ile önden önden koşup, bizim dervişleri bir o planda bir bu plandan filme alıyor, bir yandan da bütün azameti ile üstlerine çöreklenen Ağrı dağı siluetinde kendilerine geçit verecek bir yol arıyor imiş. Arıyor imiş fakat bu arayışında yalnız değilmiş, vaktiyle teşkilat-i Ordos reis-i cumhurluğu yapmış, orası burası metal takviyelerle güçlendirilmiş, yaptığı kısa menzilli uçuşlar ile cemaate nam salmış, Hothot Serhan Efendi ile, Ağrı yolunu su yolu etmiş, bazen geçerken bi koşu buraya çıkıp inen, vaktiyle can sıkıntısından yukarı bi etrafa bakmaya çıkan Bulvar Seyhan Pasa ona yardim ediyor imiş.

Netekim çok geçmeden, bizim garibanlar düzlük bir alanda çuvallarını sırtlarından atmışlar. Kafalarını sokacak bezleri, sopalarla gerdikten sonra, altına girip o makarna senin, bu bulgur benim yemeye başlamışlar. Sonrada kafaları koyup uyumuşlar. Tam uykularının en yumuşak yerinde hayallerindeki dilberler, yağız delikanlılar ve kaymaklı şöbiyetlerle mutlu mesut kovalamaca oynarlarken, dışarıdan gelen araç sesleri, basta grubumuza İzmir bölgesinden iştirak eden, Frenk hikayesi 80 günde devri alem misali şirin ülkemiz topraklarını derviş eteği öpmek uğruna bir uçtan bir uca kat eden, yolculuğu nihayetinde burada bizimle bulunan, ülkemiz dingil sanayi önde gelenlerinden, tefrikamızda bahsi konu maceranın ana destekçisi saygıdeğer Ege Endüstri zat-i alilerinden, Peştamal Ayhan Çavuş olmak üzere cümle adam ve namahremleri ayağa dikivermiş. Sabırla bir "la havle" çeken cemaat sabahı zor etmiş.

Günün müjdeci ışıkları cemaatimiz üstüne geç vurup erken terk eylediğinden midir, yoksa etkinliğimiz hareket müdürü Hothot Serhan Efendi karanlıktan korktuğundan midir bilinmez, harekete geç başlayıp erken bitiren halk-i zamanımız, kah gülerek, kah söylenerek, kah da "hakk-i semi-i halk eden, bestamiyem billahi ben" dizelerinin sevki ile yürümüş ve o aksam, garbin afakini saran kızıllığa iç geçirerek tekrar dinlenme pozisyonu almışlar. Gecen bu kısa fakat gönüllerde bir asır değerinde gün içinde Teres Murat Oğlan ile Künefe Argün Velet'in bi kaç sözlü vukuatı dışında tefrikamızda bahsedecek pek bir olay olmamış, bu olaylar ise kalem sahibi tarafından tam olarak hatırlanamamıştır.

O gece de yahşi bir uyku çekip, sabah kalın bağırsak iç basınçlarındaki artış ile uyanan cemaat, sağlıklı ve zinde bir vücudun doğal fonksiyonu olan boşaltım işlemini üşengeçlikten çadır aralarında giderince, müstemleke sakinlerinden Ekabir Serkan Celebi, çadırını toplar iken kehren sek sek oynamış, buna mutabık Kerem oğlanın dirayetsizliğiyle beraber, Amerika illerinden ithal en pahalı model çadır sopaları kut diye kırılıverip, etkinliğin geri kalanında basları üstündeki kubbenin acem rakkasları misali bir o yana bir bu yana salınmasına neden olmuştur.

Velhasıl o kamp senin bu kamp benim, ilerleyen akıncılarımız, Ağrı denen ulunun tepe başına gelmeden evvel, 2300 fersah (4000 metro) dolaylarında nihai bir kamp kurmuş, bu kampta Hothot Serhan Efendi, çadırları tek tek dolaşmış, uluyu toptan asmak için, dervişlerde eksilen yakıtı ikmal etmiş (pompa). Ertesi gün kuşluk vaktine müteakip, cümle kamp yükü ile yola koyulan adam ve namahremler, bütün bu mücadeleyi arkalarında bırakıp zirve denen top sahasına ulaşmış. "Namahrem-ül irtifa" mensupları ve dostları burada pek hisli anları paylaşmış, göz pınarlarından süzülen bir-iki damla ab-i saadete mani olamamıştır.

Tefrikamızın bu kısmı kalem sahibinin kafasının irtifadan kelli ayyaş olmasından, ulunun eteklerinde Sarıkamış eşrafından şoförler kıraathanesi müdavimlerinden Mevlüt efendinin emektar otobüsü ile buluşulmasına dek pek bulanıktır. Tefrikamızın vilayette gecen kısmı ise tamamen ayrı bir hikayedir.

Subat 01, Ankara